25 Ocak 2018 Perşembe

Bir İdam Mahkumunun Son Günü Kitap Yorumu/VICTOR HUGO📚


“Kitaplar çok korkunç etkiler yaratıyor.”
🔖
1829 yılında yayımlanan Bir İdam Mahkumunun Son Günü, Fransız yazar Victor Hugo’nun çocuk yaşta, idama götürülen bir mahkumun yoldan geçişine tanık olması üzerine kaleme aldığı eseridir. Yaşadığı travmanın etkileri bütün kitaba yansımış. Kitapta geçen mahkumun suçunun ne olduğu bilinmiyor, Victor Hugo suçu ne olursa olsun bir insanın idam edilmesinin yanlış olduğunu savunuyor. 
Beni en çok etkileyen o dönemde idam gerçekleşirken tüm halkın kutlama yapması, şenlik havasına bürünmesi. Yazarın mahkumların suç işlemelerinin sebebinin aynı döngü olduğunu düşünmesi ve göstermeye çalışması bu konu üzerine derin bir şekilde düşünülmesi gerektiğini hissettiriyor. Aslında idamı izlemeye gelen tüm insanların bir gün giyotin sehpasına düşebileceklerini yazmış. Bir kere çamura düşen bir insanın yetim kalan ailesinin de bir şekilde suç işlemeye mecbur kalacağını örneklemiş. En tüyler ürpertici olanı ise idamı izlemeye çocuklarla birlikte eğlenceye gidiyormuş gibi gidilmesi..
2017’nin son kitabında Victor Hugo ile tanıştım.Victor Hugo’nun yazın dilini sevdim.


“Her zaman mutluydum hayal dünyamda. İstediğimi düşünebiliyordum, özgürdüm.”

20 Aralık 2017 Çarşamba

Bir Çift Yürek Kitap Yorumu/MARLO MORGAN📚



Marlo Morgan Bir Çift Yürek adlı kitabında Avustralya çöllerinde yaşayan  modern toplum yaşantısından etkilenmemiş olan bir grup yerli aborijin kabilesinin yaşantılarını konu edinmiş.

Amerika'da yaşayan yazarımız bir teklif sonucu Avustralya'ya gider. Orada çalışmalarını sürdürürken şehirde yaşayan melez aborijinlerin önemli mesleklerde yerlerinin olmadığını, dışlandıklarını ve intihara meyilli olduklarını fark eder. Onları hayata kazandırmak için faydalı bir proje düzenler. Buraya kadar her şey normaldir. Ardından şehirdeki aborijinlere yardım ettiğini öğrenen yerliler yazarımızla görüşmek isterler. Asıl olay burada başlıyor. Görüşmeyi kabul eden sevgili yazarımız kendini kurak, sonsuz çölün ortasında bulur. Aborijinler ile birlikte dört ay süren çöl yolculuğuna kabul edilmiştir.
Çölde yaşadığı deneyimler olaylara çok daha farklı bakmasını sağlar. Zorlu yaşam koşullarında  doğayla bütünleşerek yaşamayı öğrenir. Kitabı okurken duygudan duyguya geçtim. Özellikle çölde yaşadıkları olaylar etkileyiciydi. Kitabın başında yaşanmış olaylara dayanıyor yazdığından dolayı bu kadar da olmaz dediğim çok yer oldu.
Genel olarak yazarın dili akıcıydı, sıkılmadan okudum.

Fakat kitabın sonunda hayal kırıklığına uğradım.Çölde geçen dört ayın ardından sevgili yazarımız koşarak kendini küvete atar ve iki saat süren bir banyo keyfi yapar. Onca ruhani olaydan sonra bunları okumak bir nevi hayal kırıklığına uğrattı.
Marlo Morgan başlangıçta kitabın gerçek bir hikaye olduğunu söylemiş ilk baskılarında, benim okuduğum basımda da gerçek olaylara dayandığı yazıyordu. Ne yazık ki ilerleyen yıllarda kurgu olduğunu itiraf etmiş. Bir okuyucu olarak bu duruma çok üzüldüm. Biraz kandırılmış hissediyorum anlayacağınız.
Kitabı başlangıçta beğenmiştim ama bir hayli soğudum.
Kurgu olarak baktığımda güzeldi diyebilirim.


Marlo Morgan


Marlo Morgan lowa'da Eylül 1937'de doğdu. St. Agnes High School'a yazıldı ve daha sonra, Barstow İletişim Kolejine geçti, Missouri Üniversitesi, ve Cleveland Kolejinde biyokimyave doğal ilaçlar alanlarında doktora yaptı.Daha sonra Kansas şehrine gitti, Missouri şehrinde evlendi ve iki çocuk sahibi oldu.Sağlık dalında profesyonel bir kariyere başladı. evlendikten yirmi beş yıl sonra istifasını verip yazarlığa başladı.İlk kitabı, Mutant Message Downunder (Türkçeye Bir Çift Yürek ismiyle çevirildi), Aborjinlerle yaşadığı gerçek hikâye üzerine kurulu olduğu not edilmişti.Kitap gerçekten çok tutuldu. Harper Collins şirketine 1.7 milyon dolara yayın hakları verildi (1994).United Artist şirketine film için yayın hakları veririlince Aborjinler protesto ettiler. Bir grup Aborjin 1996 yılında ABD'ye gelip film çekimlerini engellemek istedi. Başarılı da oldular.Morgan bu protestocularla tanıştıktan sonra hikâyenin aslında uydurma olduğunu itiraf etti. Daha sonraki baskılarında bu not halinde verildi.





19 Şubat 2017 Pazar

Romeo ve Juliet Kitap Yorumu/SHAKESPEARE📚



Merhaba arkadaşlar,
Romeo ve Juliet'i bilmeyeniniz yoktur.Birçok yazara,kitaba ilham kaynağı olan eser düşman iki ailenin çocukları arasında ilk görüşteki aşkı anlatıyor.Kitabı çok yerde duymama rağmen,hakkında çokta bir şey bilmediğimi fark ettim.Mesela Romeo'nun Juliet'ten önce Juliet'in kuzeni Rosaline'e aşık olduğu gibi.Ama Juliet'i gördüğü an ona tutulur.Rosaline için "Sevgilimden güzel biri ha! Her şeyi gören güneş//Onun benzerini görmedi dünya yaratılalı beri." demesine rağmen:)
Betimlemeleriyle,tasvirleriyle ve şiirsel anlatımıyla kitabı çok sevdiğimi söyleyebilirim.Karşılıklı aşkın doruklarına ulaşmak isteyenlere tavsiyemdir.Romeo ve Juliet'in birbirlerine karşı kurdukları aşk cümlelerini çok seveceksiniz:)
Shakespeare'in tüm tragedyalarını okumak istiyorum.Henüz herhangi birini okumadıysanız başlamak için çok güzel bir eser.
Herkese keyifli okumalar:)



"Gözleri gökte öyle parıltılarla geçerdi ki havadan, 
kuşlar ötüşürdü gece bitti sanarak."



"Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile kokmaz mı aynı güzellikte?"

"Aşkın hafif kanatlarıyla aştım bu duvarları,
Durduramaz sevgiyi çünkü taştan sınırlar,
Hem aşkın isteyip de başaramadığı ne var!
Engel olamaz bana bu yüzden akrabalar."


"İhtiyaç ve ıstırap yüzünden okunuyor,
Fakirlik ve sefalet omuzlarına çökmüş. 
Ne dünya sana dosttur, ne de dünyanın kanunu."


"Kız da gönlünü kaptırmıştır ya, imkânları daha az,
Bu ilk sevgilisiyle bir yerde buluşamaz.
Ama sevgi güç verir, zamansa imkân
Büyük engellerde bulur, büyük hazzı insan."


''Nasıl gidebilirim yüreğim buradayken,
Geri dön , toprak gövde , dön de bul yüreğini .''


"Romeo: AsaIetim sadece aşkının tapınağına girdiğimde oIacak içimde. Bir gün yıkıIırsa bedenin başka üIkeIerin çamurIu evIerinde: BiI ki bütün denizIeri ayakIarına dökeceğim."


"ŞiddetIe başIayan hazIar şiddetIe son buIurIar.
ÖIümIeri oIur zaferIeri.
Öpüşürken yanıp tutuşan ateşIe barut gibi."





18 Şubat 2017 Cumartesi

Elbet Sabah Olacaktır Kitap Yorumu/HIFZI TOPUZ📚

Özgürlük şairi Tevfik Fikret'in romanı...

(Giriş)
Anlamadım! Ne dediniz? Fikret büyük şair değil miydi?
Fikret karanlıklar içinde içinde bir nur görüp halkı o nura doğru götürmeye çalışırken sizler nerelerde idiniz?
Niçin içinizden kimse onun gibi feryat etmedi? Ben Fikret’e yetişemedim, onun sohbetlerinden yararlanamadım. Kendimi bedbaht sayarım.
Fakat onun bütün eserlerini okudum. Birçoğu ezberimdedir.
O hem büyük şair, hem de büyük insandır.”
Efendiler!Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım M.Kemal ATATÜRK 







Merhaba arkadaşlar,Hıfzı Topuz'un Tevfik Fikret'in hayatını ele aldığı eseri Elbet Sabah Olacaktır'ı okudum.Biyografi niteliğindeki bu kitaba başlarken sıkılırım diye korkuyordum.Ama tahmin ettiğim gibi olmadı.Su gibi aktı kitap.Samimi bir dille yazılmıştı.Tevfik Fikret'in soyunun nereye dayandığından başlayarak ölümüne kadar geçen zamanı anlatan bu kitabı severek okudum.Tabi hoşuma gitmeyen yerler de vardı.Kitapta karşılıklı konuşmalar verilmesi gibi.Örneğin Tevfik Fikret'in doğumundan çok önceki zamanları anlatırken,insanlar arasındaki sohbetler geçiyordu kitapta.Bunlar gerçekçi gelmediği için hoşuma gitmedi.Tevfik dönemindeki yazarlarla olan karşılıklı konuşmalar gözüme batmadı ama eski zamandakileri sevemedim.Bazı yerlerde telgraflar,mektuplar eklenmişti,bunlar hoşuma gitti.
Bunun dışında dönemi çok iyi bir şekilde hissetmiş oldum ve Tevfik Fikret'i yakından tanımış oldum.Dağılma sürecindeki Osmanlı Dönemini,özgürlük vaadiyle gelen İttihatçıları detaylı öğrenmiş oldum.O dönem edebiyatını ve yazarlarını da yakından tanımış oldum.CENAP ŞAHABETTİN,HALİT ZİYA UŞAKLIGİL,HÜSEYİN CAHİT YALÇIN ,MEHMET RAUF,AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU gibi Servetifunun sanatçılarına da ayrı ayrı yer vermiş yazar.
Ben dönemi ve dönemin yazarlarını ve elbette Tevfik Fikret'i daha yakından tanıdığım için kitabı sevdim.Akıcı ve sade dilli bir kitap,ilginiz varsa kesinlikle tavsiye ederim.


(ARKA KAPAK)
Özgürlük şairi Tevfik Fikret'in romanı... Tevfik Fikret aklın ve bilimin egemenliğine, aydınlanmaya ve aydınlık günlerin geleceğine inanan bir şairdir ve kendinden sonra gelen kuşaklar için dürüstlük, özveri ve sessiz direnişin simgesi olmuştur. Dağılma sürecindeki Osmanlı İmparatorluğu'nun can çekiştiği bir dönemde yaşayan şair, önce Abdülhamit'in baskıcı yönetiminin, sonra da özgürlük vaadiyle gelip aynı baskıyı devam ettiren İttihatçıların yarattığı korkunun içinde yükselen gür bir ses olur. Aşiyan'a inzivaya çekildiği yıllarda ve hastalıktan günden güne eridiği sön dönemlerinde bile hiçbir güç onu susturamaz; her fırsatta gençliğe özgürlüğü haykırır. Onun gür sesi, gelecek kuşakların yarınlara daha umutla bakmasını ve karanlığı dağıtmak için savaşması gerektiğini anlatmıştır!

TEVFİK FİKRET:"Ben romantik bir aşktan yanayım. Çok şeyin aşığıyım. Doğanın, bütün insanların, iyiliklerin, erdemlerin, dürüstlüğün, özgürlüğün ve bütün güzelliklerin...  Ben yosunlu bir dereye sarkan söğütlere, gökyüzündeki pamuk bulutlarına, yavaş yavaş yükselen Ay'a da âşık olabilirim. Aşk benim ruhumdadır, içimdedir. Ben hayatın çeşitli olayları, görünüşleri ve etkileri içinde yuvarlanan bir insanım."

11 Şubat 2017 Cumartesi

Az Kitap Yorumu/HAKAN GÜNDAY📚

"Eğer bu dünyada bir yerlerde, insanlar çocukları bombalıyorsa , bunu bilmeye gerek yoktu. O dünya zaten yanmış çocuk eti kokardı. Eğer bir yerlerde, başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu bilmeye gerek yoktu. O dünyanın zaten açlıktan nefesi kokardı."



Merhaba Arkadaşlar,
Hakan Günday ismini çok duyduğum,merak ettiğim yazarlardandı.Az kitabı ile yazarla tanışmış oldum.Kitap iki farklı hayatı anlatıyordu.İki farklı A'dan Z'ye şiddet üzerine kurulmuş hayatlar.Tahmin edersiniz ki sonunda bu iki hayat karşılaşıyorlar.
Yani kitap iki bölümden oluşuyor.İlk bölümü okurken kitabı neredeyse bırakacaktım.Bir insanın başına kötü neler gelebilir?Bu sorunun en kötü cevaplarından biri gibiydi Derda'nın hayatı.İlk bölüm tamamıyla +18'di. Kitabın bu şekilde olduğunu bilseydim,ilerleyen zamanlarda okurdum.Bunu göze alarak başlamanızı tavsiye ederim.Aynı zamanda bolca argo kelime de mevcut.Başladığım için bitirme ihtiyacı duydum.Kitapları yarım bırakmayı sevmiyorum.
İkinci bölüm ise daha çok ölüm ve öldürmek üzerine kurulmuş.Ve edebiyatımızın en önemli yazarlarından Oğuz Atay konu edinilmiş.İkinci bölümü okurken iyi ki okumayı bırakmamışım dedim.
Kitabı okurken ilginizi çeken şeylerden birisi olması imkansız tesadüflerin gerçekleşmesi.Ama zoraki tesadüfler değil de yazar bilerek o şekilde yazmış gibi.Bu şekilde hissettirdiği için bu tesadüfler beni rahatsız etmedi,normalde hiç sevmem.
Bunun dışında kitapta altı çizilecek ve çok çok güzel cümleler var.En sevdiğim kısım buydu.Yazar kurguyu tamamen doldurmuş,kafanızda bu karaktere ilerde ne olmuştur diye bir soru kalmıyor.Sadece İsa'nın anlatamadığı hikayesinin devamını merak ediyorum.Okuyanlar anlamıştır:))
Dediğim gibi yaş sınırlaması olması gerektiğini düşünüyorum.
Farklı bir kurgu okumak isteseniz tavsiye ederim.
En kısa zamanda Oğuz Atay'ın kitaplarını okumak istiyorum:)
Herkese keyifli okumalar..






*"Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım... 
Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az... 
Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi. 
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorumi demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir."


*"Doğru söylüyordu. En azından doğru söylediğini düşünüyordu. Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut."


*"O günden sonra Derda, hücre hücre öldü ve gün gün yaşlandı. Çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi. Bir zamanlar, birinin yazdığı gibi..."

*"Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı.
Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı."

*"Herkesin öyle bir hikâyesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?"

*"Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı."


*"Manzaradan değildi cam kenarını sevmesi. Yanında bir kişinin az olması demekti. Öğreniyordu Derda... Ne kadar az, o kadar iyi..."

*"Derdâ, eroinin deneme sürüşü dönemini yaşıyor ve önündeki kitaplardan okuduğu bütün dil bilgisi kurallarını aklında tutabiliyordu. Ancak eroinin deneme sürüşü biraz farklıydı. Bütün markalarda arabayı deneyip sonra da satın almadan kenara çekip inebilmek mümkündü. Ama eroin marka bir arabanın deneme sürüşü, ancak bir kazayla sonlanabiliyor ve içindeki hâlâ hayattaysa bir de o hurdayı satın alması gerekiyordu. Yani hayatta kalmanın bedelini ödemesi. Hayat boyu o hurdaya bir daha binmemek için çırpınmaktan ibaret bir bedel."


*-"Kim kalbinden vazgeçecek kadar kendini bir şeye adayabilir ki?"
+"Onu da göreceksiniz !" demişti bina.
-"Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar?" diye söze girmişti Kızılderili. "Onlar ne olacak?"
+"Onlar da, göğüslerinde bir et parçasıyla canlı canlı çürüyecekler. Ve buna da yaşamak demeye devam edecekler!"






5 Şubat 2017 Pazar

Suç ve Ceza Kitap Yorumu/FYODOR DOSTOYEVSKİ📚



Merhaba Arkadaşlar,
Suç ve Ceza uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı.Okumak için tatil zamanını seçtim.Size de kafanızın rahat olduğu bir zamanda okumanızı tavsiye ederim.683 sayfalık kitabı hiç sıkılmadan hayranlıkla okuduğumu söyleyebilirim.

Gerek oluşturulan her bir karakterin sağlamlığı,gerek konusu beni ayrı ayrı etkiledi.Ana karakter Raskolnikov şu zamana kadar en etkilendiğim karakter oldu.İlk kez 1886 yılında yayımlanan kitap sadece yayımlandığı dönem de değil günümüze kadar önemini kaybetmemiş bir başyapıt.Yazar betimlemelerle yazıldığı dönemin Rusya'sını,Petersburg'u çok başarılı bir şekilde aktarıyor bizlere.Sanki oradaymışcasına yaşıyoruz biz de olayları.

Şehrin iğrençlikleri,ekonomik zorluklar,ailesinin arkadaşlarının beklentileri Raskolnikov'a yapısı gereği,farklı düşündüğü için farklı şeyler yaptırır.Kendisini farklı düşüncelerinden dolayı bir dahi yerine koyar sürekli.“Hırsızlık ve cinayet gibi suçlar, yüce amaçlarla işlenmesi durumunda cezasız kalabilir ve vicdanın yükünden kurtulabilir mi? ,İyilik yapmak kötülükten geçiyorsa buna iyilik denebilir mi?” gibi sorulara cevaplar aranmaktadır kitapta.İnsan toplumu olduğu gibi kabul eder ya da idealist bir düşünce geliştirerek toplumu değiştirmeye çalışır.ya da toplumun törelerine ve hukukuna karşı gelerek suç işler.
Raskolnikov acılarına,sıkıntılarına dünyaya zararlı olduğunu düşündüğü bir insanı öldürerek son vermeye çalışır. Raskolnikov'a göre kötü bir insanın yanında masum bir insanın ölmesi de önemli değildir. Raskolnikov'un düşünceleri,psikolojisi,ruh hali beni epey düşündürdü.
Raskolnikov'un yaşadığı her şeyi ben de yaşadım,hissettim diyebilirim.

Yazıldığı dönem büyük bir yankı uyandırmış Suç ve Ceza,karakterin gerçekçiliği herkesi etkilemiş hatta bununla ilgili bir de rivayet vardır; Suç ve Ceza yayınladıktan sonra, Petersburg savcısı yazar hakkında dava açar. Gerekçesi ise şöyledir: " Bir caninin ruhsal durumunu bu kadar gerçekçi ve ayrıntılı anlatan bir kişinin geçmişinde kesinlikle bir cinayet saklıdır. " 

Fransız yazar ve filozof Albert Camus; " Suç ve Ceza'yı okuduktan sonra, ilk kez yeteneğim hakkında bir kuşku duydum. Ciddi olarak, bu işten vazgeçme ihtimalimi ölçüp tarttım " der. 


Herkese tavsiye edeceğim,çok etkilendiğim bir klasik.Zaman vererek sindire sindire okunması gerektiği düşüncesindeyim.Bol bol düşünmeye sevk eden ve bir dönemin sıkıntılarını aktaran bu eseri şiddetle tavsiye ederim.

HERKESE KEYİFLİ OKUMALAR:)

ALINTILAR:




*''Hem böyle yapıyorum hem de yaptıklarımdan korkuyorum.'' diye düşündü. ''Hım...Evet, her şey insanın elindedir. Fakat insan korkaklığı yüzünden çok şeyi kaybedebilir. Gerçek bu. İnsanların en çok neden korktuklarını bilmek isterdim. Onları en çok korkutan şey yeni bir adım atmak, yeni bir söz söylemek...''


*Yoksulluk ayıp değildir, doğru, ama sarhoşlukta erdem değildir kesinlikle.Fakat sefalet ayıptır.İnsan yoksul da olsa ruhundaki asaleti koruya bilir.Fakat, sefalete düşünce asla...Bir kimseyi sopa ile toplumun dışına atamazlar, daha da alçatmak için süpürürler.Doğrudur da...Çünkü sefalete düşünce kendimi ilk suçlayacak benimdir.İnsan kendi yüzünden meyhaneye düşer.


*“Nerede okumuştum, hani bir idam mahkûmu ölümünden biraz önce şöyle söylemiş ya da düşünmüştü: 

*‘Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabileceği, dar bir çıkıntıda, dört bir yanım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtınayla sarılmış durumda yaşamak zorunda olsam ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta durmamda gerekse o şekilde yaşamak, şu anda bir yarım saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir.’ Yeter ki yaşasam, sırf yaşasam! Nasıl olursa olsun, ama yeter ki yaşasam!”


*Sarayından çık, kenar mahallelerde şöyle bir dolaş. Gör ne sefalet, ne çirkinlikler var! Köpeklerle insanlar yan yana yatıyorlar!.. Bir lokma ekmek için namuslar satılıyor.


*"Aptal kadındır. Tıpkı benim gibi. İyi ama, biz aptalız da sen sanki akıllı mısın? Bütün gün çuval gibi yatıp duruyorsun. Eskiden çocuklara ders vermeye gittiğini sö‚ylerdin, şimdi neden hi…çbir şey yapmıyorsun?" Raskolnikov sert bir sesle ve isteksizce:
"Yapıyorum..." dedi.
"Ne yapıyorsun?"
"İş..."
"Ne işi?"
Delikanlı bir süre sustuktan sonra ciddi bir sesle:
"Düşünüyorum", dedi.




24 Ocak 2017 Salı

Genç Bir Doktorun Anıları Kitap Yorumu/MIHAIL BULGAKOV📚

"Köyde büyük tecrübeler kazanılabilir," diye düşünüyordum uykuya dalarken, "fakat okumak, okumak ve daha çok okumak gerek..."


Merhaba Arkadaşlar,
Genç Bir Doktorun Anıları,tıp fakültesinden yeni mezun olmuş tecrübesiz bir insanın doktorluğunun ilk zamanlarındaki anılarından oluşan sürükleyici bir kitaptı.

Yeni mezun olmuş bir insanın herhangi bir tecrübesi olmadan bir köye tayin edilmesi ve burada tek doktor olarak insanları tedavi etmeye çalışması.Yazar eğitim sistemini bir güzel eleştirmiş ki haklı olaraktan:)
İcra bir köyde yalnızca hastalıklarla değil insanların batıl inançlarıyla da uğraşan genç doktorumuz korkularının,tecrübe sahibi olmayışının üstesinden gelebilecek mi?Bunu okursanız öğrenirsiniz:)
Genç doktorumuzun anılarından oluşan yedi başlığın ardından iki başlıkta da doktorumuzu ilgilendiren çevresinde gelişen hikayeler okuyoruz.
Yazar anılarını anlatırken kendi iç sesini,düşündüklerini de eklemiş bu kitaba güldürücü,akıcı hava katmıştı.Okurken doktorumuza aynı duyguları paylaşıyoruz,aynı tehlikeleri yaşıyoruz.Kısaca kitap çok samimi ve bir dostunuzu dinler gibisiniz.Bu türü çok seviyorum.
Doktorlukla ilgili terimler de vardı,bunun akıcılığı bozacağı düşünülebilir ama benim okumamı olumsuz etkilemedi.Bu kişiden kişiye değişebilir ama çok boğucu ve zor kelimeler kullanılmamıştı.
Benim çok sevdiğim bir kitap oldu.İlginizi çekerse kesinlikle okumanızı tavsiye ederim:)
Herkese keyifli okumalar dilerim..



<ARKA KAPAK:Devrim zamanı Rusya… Karakışı aratmayacak kadar soğuk, kasvetli bir eylül günü, tıp fakültesinden yeni mezun olmuş bir doktor, şehirde çoktan unutulmuş geleneklerin ve boş inançların hüküm sürdüğü uzak bir kasabaya gelir. Devrim, büyük şehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir. Zor bir doğum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için şiddetli bir kar fırtınasına rağmen göze alınan bir yolculuk, ağrılarını dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş… Genç doktorun gündelik hayatında karşılaştığı bütün zorlu sınavlar, Bulgakov'un elinde olağanüstü güçlü bir anlatımla, dram sınırlarında gezinen bir dokunaklılıkta öykülere dönüşür.>


“Akıllı insanlar mutluluğun sağlığa benzediğini çok önceden fark etmiştir: Mutluyken fark etmezsiniz; ama yıllar geçtikçe, geçmişte kalan mutluluğunuza ilişkin anılar, ah, anılar!..”